şevket süreyya aydemir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şevket süreyya aydemir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2013 Pazartesi

Suyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir

Yazar bu romanında kendi hayatını kaleme almış,kendi iç dünyasını romanına yansıtmış,hayatı boyunca hep doğru fikir ve düşünceleri bulmaya çalışmış ama Türklük ,Turan ve  ulaşmak istediği ve sonuçta tüm Türklerin birleşmesi ülküsü olan ‘Kızıl elma’ya varmayı idealine ulaşmayı planlamış ama ulaşamamıştır. Hep bir arayış içinde ömrü geçmiş çevrenin etkisi ve  tanıştığı bir insanın etkisiyle fikir ve idealini değiştirerek komünizm fikrini benimsemesi ve artık bu cephe de yer alarak Türkiye’ye dönmesi,yansımalarını çevresine iletmesi ana temayı oluşturmaktadır. Bir insanın ruh dünyasındaki değişimlerini kitabında çok güzel bir şekilde izah etmiş,emeklilik döneminde hep kendini sorgulamış ve sonunda doğa ile bütünleşerek kendi benliğine dönmüştür Bize bir ders vermiştir.O da şudur: İnsan her zaman fikir ve düşüncelere açık her zaman değişime hazır ve arayış içindedir.Değişmez dediğimiz değer ve düşüncelerimiz de  zamanla elde ettiğimiz  tecrübe ve deneyimlerimiz  neticesinde değişebilir.
       
Yazar ilk bölümde çocukluk döneminde yaşadığı olayları anlatmaktadır.Edirne’de geçen çocukluk dönemlerinden  bahsetmekte ,ilk  okuma yazmayı annesinden öğrendiğini, ilk tahsilini mahalle mektebinde gördüğünü, daha sonra gittiği Askeri Rüştiye Mektebinde öğretmenlerinin etkisinde kalarak Türklük ve Turan fikrini benimsediğini ifade etmektedir.
Balkan Harbinin getirdiği çöküntüler ve Türklere yapılan eziyetler sonucunda Trakya’dan  göçün  başladığını, daha sonra İstanbul’a geldiğini, burada Anadolu hakkındaki  fikirlerinin    daha da  belirginleştiğinden,kendisi de eğitimini bitirip gönüllü olarak  Kafkas  cephesine gittiğinden bahsetmektedir.   
Cephede görev yapan genç subayların Rusya’da ihtilal neticesinde harbin biteceği ve Rusya’nın dağılacağı Azerbaycan ve Türkistan ile müstakil devlet olacağı Kafkasya’dan başlayarak büyük Turan’ın kurulacağı  fikrini paylaştıklarından söz etmektedir.               
Yazar cephede donma tehlikesi geçirdiğinden,harbin ilerleyen safhasında cephede yaralandığından ve tedavi için bir süre hastanede yattığından ve tedavi gördüğü dönemde hayaller kurduğundan bahsetmektedir.Bu dönemde okuduğu bir romanın etkisinde kaldığını ve okuduğu romanın  ismi “Aydemir”  olduğundan söz etmektedir. Romanın kahramanı olan ’Aydemir’in ne silahının ne de cephanesinin olmadığını ama inanç ve ülküsü olduğunu,herkesle dost olduğunu ve tek amacının herkese yardım  etmek olduğunu belirtmektedir.Yazarımız da kendisini de romanın kahramanı olan Aydemir’e benzetmektedir.
Yazar iyileşip cepheye gitmiş,  birliklere  birkaç  ay  sonra  savaşın kaybedildiği ve mütareke yapıldığı  teslim alınan  yerlerin geri verileceği hükümetçe bildirilmiştir.Bu gelişme üzerine birliğiyle birlikte Türkiye’ye gelmiş,birliğinden ilişiğini kesdikden sonra  gönüllü olarak Kafkasya’ya geri dönmüştür.Azerbaycan batısında Nuha kentinde öğretmenlik görevine  başlamış,kaldığı yerde bulunan insanlara Türklük,Turan ve bunların nihayetinde ulaşılmak istenen Kızıl Elma fikrini aşılamaya çalışmıştır.Bu fikirleri aşıladığı insanlarla Ruslarla çatışmaya girmiştir.Bu dönemde  Rusya’da yeni bir akımın etkisi hissedilmeye başlanıştır.Yeni akımın adı Komünizm’dir.
 Ruslar ilerleyerek yazarın kaldığı  yere ulaşmış,bir süre Rusların lideriyle beraber aynı yerde kalmıştır. Kendisi Bakü’de toplanacak olan ‘Şark Milletleri Kurultay’ına delege seçilmiştir.
 Yazar kaldığı yer olan Nuha’da bir kıza aşık olmuştur.Tanışıp görüşmeye baslamışlar,ilerleyen günlerde  sevgilisi ona aşık olduğunu ama yazarın  Türklük davasını rahatça yürütebilmesi için ilişkilerinin bitmesi gerektiğini söylemiş ve yazarımız bu olay neticesinde kaldığı yer olan Nuha’dan ayrılmış ve kuzeye hareket etmiştir. Bu aşk acısından sonra  Batum’da bir Türk kızıyla evlenmişti
.Batum’da Türk mektebinde öğretmenliğe başlamış,burada bir Kazak’la tanışmıştır.Tanıştığı kişi ihtilalci,komünist fikirlere sahip bir insandır.Bu dönem yazarın artık fikir ve düşünceleri açısından bocalamaya başladığı bir dönemi oluşturmaktadır.Böyle bir ruh haliyle komünist partisine girmiştir.Mitinglerde konuşmalar yapmış,toplantılara katılmış,yeni dostlar  edinmiştir.
Yazar yeni bir okulda görev almış,okulun kampına katılmış,burada da yeni dostluklar edinmiştir..Üniversitenin düzenlediği toplantıda Enver Paşa ile tanıştığından İttihat ve Terakki Partisinin eski lider kadrosunun bir kısmının da Rusya’da yaşadığından,ayrıca komünist insanların yaşamlarından ve Rusya’nın tarihinden ve  gelecekte büyük tehdit olacağını düşündüğü  Çin ve Çin asrından  söz etmektedir.Almanya ve İtalya’da faşizm başlaması dünya dengelerinin değişimi ve dünyanın kaderinde bir dönüm noktası oluşturduğu fikrinden bahsetmektedir.
Yazar, kitabının bu bölümünde Türkiye’ye dönüşünden, İstanbul’a gelişinden ve 4 yıl boyunca yaşadığı olayları bir film şeridi gibi hatırlamasından ve ne kendisinin  ne de İstanbul’un kendi bildiği eski İstanbul olmadığından ve İstanbul Beşiktaş’ta öğretmenlik görevine başlamasından bahsetmektedir.
          Kahramanımız İstanbul’da bulunduğu dönemde “Aydınlık” adlı dergide çalışmaya başlamış ve yazılarının dergide çıkmaya başladığından,ilerleyen günlerde derginin  kapatıldığından ve bu konudan dolayı da İstiklal Mahkemesinde yargılanarak 10 yıl hapis cezası aldığından söz etmektedir.
         Aydınlık dergisinde çalışan personelin bir kısmı  yurt dışına kaçmış,Türkiye’de kalanlardan 11 kişi ceza almıştır.Cezaevinde iken 11 kişi toplantısına  devam etmiştir.İlerleyen günlerde 11 kişi değişik hapishanelere gönderilmiş,yazarın kendisi ve bir arkadaşı da Afyonkarahisar cezaevine gönderilmiştir.Zamanını kitap okuyarak değerlenmiş ve yattığı esnada siyasi suçlara af gelmiş,1.5 yıl hapiste yattıktan sonra cezaevinden çıkmıştır.
        Kahramanımız cezaevinden çıktıktan  sonra Ankara’ya gittiğinden, yolculuk esnasında Ankara’ya yerleşmeyi ve toprakla uğraşmayı hayal ettiğinden söz etmekte  burada bulunduğu dönemde  Milli Eğitim Bakanlığı ve Ekonomi Bakanlığı bünyesinde görev aldığından ve iktisat alanında kendi hazırlamış olduğu ekonomi raporundan ve bu raporun ulu önderimiz Atatürk’e arz edildiğinden bahsetmektedir.Görev yaptığı dönemde insanlara yardımcı olmak onu fazlasıyla mutlu ettiğinden söz etmektedir.Ankara’da ilk konferansını Türk  Ocağı merkez salonunda  vermiş ve bu konferans da mihver fikir Türk İnkılabı’dır.
            Ankara Söğüt özünde bir dağ evi kiralamış,boş zamanlarında dağ evine gelerek burada kafasını  ve ruhunu  dinlendirerek,huzur bulduğundan bahsetmektedir..Bu  bölgede bulunan ve Atatürk’e ait olan çiftlik evine Atatürk ve arkadaşları da  bazı günler gelmeğini,Atatürk’ün bazı günler de tek başına gelerek burada kaldığını ve ulu önderimizin tek,yalnız,anlaşılmamış,arkadaşsız  bambaşka bir insan olduğunu,bütün hayatının baştanbaşa bir çile ve yokluklar içinde geçirdiğini ,sonunda zaferin kazanıldığını ve onun da bizim gibi duygu yüklü bir  insan olduğunu belirtmektedir.
            Yazar çeşitli hizmetlerde bulunduktan sonra vekiller kararıyla emekli olduğunu, emekli olmak ona acı verse de yalnızlık onu kendi iç hesaplaşmasına ve kendini bulmasına vesile olduğundan söz etmektedir. Emeklilik döneminde boş zamanlarında  kendisine ait bağ evine giderek  kendisiyle baş başa kaldığından ve kendini sorguladığını  kaldığı yalnız günlerin ve yalnızlığının kendisini bulmasını sağladığını ve nihayetinde hayatında sahip olduğu  en büyük servetinin irade hürriyeti olduğunu anladığını ve kendi yaşadığı hayatını sevdiğini ve dünyaya yeniden gelip yeniden doğup yaşaması halinde yeni kendi yaşadığı hayatı ve yine kendisi olmak istediğinden bahsetmektedir.
        Kahramanımız  çiftlikte geçen günlerinde toprakla bütünleşmesinin ve toprakla uğraşmanın ,çiftlikte bulunan hayvanlarla, ağaçlarla,civarda bulunan köylülerle, tabiatla baş başa olmanın kendisini mutlu ettiğinden ve sonunda asıl benliğine döndüğünden bahsetmektedir.Kendi tabiriyle ‘SUYU ARAYAN ADAM’ın  suyu  nihayetinde bulduğundan hayatının  bu duygu ve düşüncelerle devam ettiğini belirtmektedir.

   

29 Mart 2012 Perşembe

Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Şevket Süreyya Aydemir

Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Şevket Süreyya Aydemir,1993, İstanbul (3Cilt)
1860-1922 yılları arası Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu durum ve Enver Paşa’nın hayatı
Şevket Süreyya Aydemir tarafından hazırlanan bu kitap Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerine ışık tutacak bir belge niteliği taşımaktadır. Yazar olayların önemli bir bölümünü tarihi bir tanık gibi gözlemlemiş ve özellikle Enver Paşa'nın Sovyetler Birliği topraklarında bulunduğu tarihlerde kendisi de Azerbaycan'da bulunmuş ve Enver Paşa ile görüşme şansına sahip olmuştur.
        Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa kitaplarında, Enver Paşa konusu etrafında 1860-1922 yılları arasında geçen olaylar incelenmekte ve yakın tarihimizin bu en önemli dönemlerinden biri yorumlanmaktadır. Eser 3 cilt olarak hazırlanmış ve her ciltte Enver Paşa'nın belirli bir dönemi incelenmiştir. Eserin birinci cildi 1860-1908 devresinin işlenmesine tahsis edilmiştir, 1908 ihtilalini hazırlayan şartları içine alır ve Enver Paşa’ nın 10 Temmuz 1908’de bir Hürriyet kahramanı olarak tarih sahnesine çıkışı ile biter.İkinci ciltte 1908-1914 devresi ele alınır.Enver Paşa’nın ana şahsiyet olarak rol oynadığı İttihat ve Terakki’nin ihtilal sonrası gelişmelerdeki yeri, Balkanlardaki meseleler, Trablusgarp ve Balkan harpleri sırasıyla incelenir. Nihayet Enver Paşa’nın bir hükümet darbesiyle iktidara İttihat ve Terakki’yi getirişi, bunu takip eden olaylarla 1914 de Osmanlı İmparatorluğunun gene Enver Paşa’nın etkisi altında bir kliğin eliyle Birinci Dünya Harbine katılışı bu cildin konularını teşkil eder. Üçüncü ciltte ise Birinci Dünya Harbi içinde Osmanlı Devletinin durumu ve ordunun, kader tayin edici muharebeleri izlenir. Sonra, ihtilalin, devlet ve ordu içinde doğurduğu problemlere girilir. Nihayet müttefikleriyle beraber Osmanlı Devleti için de harp kaybedildikten sonra, içlerinde Enver Paşa’nın da bulunduğu başlıca aktif ittihatçıların yurt dışına çıkışları, yurt dışındaki çok cepheli  temaslar ve en sonunda Enver Paşa’nın Oataasya’ya geçişi, Doğu Buhara’daki çileler ve 4 Ağustos 1922’ de Pamir Dağları eteklerindeki dramatik son bu cildin konularıdır.
MAKEDONYA'DAN ORTA ASYA'YA ENVER PAŞA - I :
İsmail Enver 23 Kasım 1881 günü İstanbul'da doğar. Babası uzun yıllar Manastır vilayeti Bayındırlık teşkilatında kondüktör olarak çalışan; Gagavuz Türklerinden Ahmet Bey, annesi Ayşe hanımdır.
       İlköğrenimine İstanbul'da başlar ve Manastırda bitirir. İsmail Enver orta derecede bir öğrencidir. Askeri Rüştiye (Ortaokul) ve Askeri İdadîyi (Lise) Manastır'da bitirir. Müteakiben İstanbul'da Harp Okulunu ve 1902 yılında da Harp Akademisini yüzbaşı rütbesi ile bitirmiştir.
       İlk siyasî macerası amcası Halil Bey (Halil Paşa) ile birlikte Yıldız Sarayında sorgulanmaları ile başlar. Enver Paşa öğrencilik yıllarında Yeni Osmanlılar ve Birinci Meşrutiyetin siyasî akımlarıyla yakından ilgilenmiş; Namık Kemal, Ziya Gökalp ve Mithat Paşa'dan etkilenmiştir.
        30 Ağustos 1906'da binbaşı olan Enver Paşa Ekim 1907'de Rumeli'de Osmanlı İmparatorluğu'na isyan eden eşkiyaların takibine görevlendirildi, Enver Paşa'yı 1908'de Padişaha karşı dağa çıkmaya ve Hürriyetin ilanına sevk eden ruh ve staj hazırlığı bu eşkiya takibi vazifesi ile başlamıştır.
       Enver Paşa tarih sahnesine Genç Türkler ihtilâlinin bir yıldızı olarak 23 Temmuz 1908'de çıktı. Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa adlı eserin birinci cildi 1908 İhtilalini hazırlayan şartları ve Enver Paşa'nın yükseliş öyküsünü anlatmaktadır. Bu ciltte;
-    Yeni Osmanlılar ve I'nci Meşrutiyet dönemi ile İmparatorluğun durumu,
-    1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinin İmparatorluk üzerindeki etkileri,
-    II'nci Meşrutiyeti oluşturan koşullar,
-    Balkanlarda milliyetçilik hareketleri ve Osmanlı Avrupasındaki son durum,
-    Osmanlı subaylarının Makedonya'daki çete savaşları sonucunda kendi padişahlarına karşı politize olmaları ve teşkilatlanmaları,
-    İttihat ve Terakki Cemiyeti faaliyetleri anlatılmıştır.
Cildin eklerinde Enver Paşa'nın aile şeceresi ve II' nci Meşrutiyete ait Kanun-î Esasî bulunmaktadır.Ayrıca bu ciltte Osmanlı İmparatorluğunun ve Osmanlı Padişahlarının içinde bulundukları durum yazarın bazen belgelerle bazen de kişisel değerlendirilmeleriyle anlatılmaktadır.
Tüm dünya ileri giderken, teknolojik ve bilimsel gelişmelerden azami derecede faydalanırken II. Abdülhamit bunları göremeyecek kadar dar kalıplar içinde kalıyordu. Makineleşme, sanayileşme, üretim artık başarının ve birliğin en büyük sırrı ve ilacı iken II. Abdülhamit bütün gücünü ve ilgisini jurnalciliğe veriyordu. Kendisine olması imkansız aleyhte bir rejim veya değişim haberi geldiğinde oldukça bonkör davranıp,hazine borç batağında olmasına rağmen çil çil altınlar saçıp jurnalcileri devlet yönetiminde üst mevkilere getirmektedir.
    Başında bulunduğu birimin hakkaniyetle çalışmasını sağlayan,görevini dürüst,namuslu bir şekilde yapanlar, oluşturulan bu sahte duvarları aşamamakta,kıt kanaat yoksulluk içinde yaşamakta ve hatta canını vatan savunması için feda edenler dahi maaşlarını ve haklarını alamamaktadır.
    Kitap,gazete okumayan,kendi amcasını bile 27 yıl boyunca hiç görmeyen,kendisini lüks ve şatafatlı hayata alıştıran, muhteşem yemeklerle kutlamalar yapan, çok büyük ve güzel bir kütüphane kurdurmasına rağmen sadece polisiye romanlar okutup dinleyen bir padişah, Yeniliğe kapalı, geleceği göremeyen, etrafında olup bitenleri şiddetle her şeyi bastırabileceğini zanneden, 13 - 15 yaşındaki çocuklara yarbaylık, albaylık rütbesi veren haksızlıklarla dolu bir terfi düzmecesi, Eşkıyalık almış başını gitmiş eline birkaç silah alıp etrafına 3-5 çapulcu toplayanların köy basıp yağma yaptıkları yanlarına kar kalması, Dürüst ve namuslu insanların sürgüne gönderildiği, yazarların, şairlerin, aydınların, düşünürlerin kendi yurtlarından evlerinden edilerek, sürgün ve perişanlıklarla dolu bir yaşama mahkum olmaları,  Gemileri tersanelerde çürümeye bırakılmış, askerleri arasında başı bozukluk diz boyu olmuş, disiplin yerini adam kayırmaya ve yalakalığa bırakmış, teçhizatı, giyimi, kuşamı ve silahı yenilenmemiş kısacası ordusu uyutulmuş bir imparatorluk,  Dünyanın diğer tarafında ise millet olma, kendi kendini yönetme, bağımsız bir toprak elde etme mücadelesi veren, milliyetçi ruhu kabarmış insanlar artık sahnededir.
    Bu kadar çok olumsuzluğun,çürümüşlüğün, yozlaşmışlığın, cehaletin, kendi kendini kandırmışlığın, yönetim kadrolarının ihanet yarışının yaşandığı bir devlet, krallık veya imparatorluk tabi ki ayakta kalamazdı. Ya yok olup tarih sayfalarına karışacaktı veyahut ta vatanperver Enver Paşa gibiler ilk siyasi oluşumlar ve iyiye doğru değişim için dağlara çıkıp Kanunu Esasi’yi Bab-ı Âli'ye zorla da olsa kabul ettirecektir.
       MAKEDONYA'DAN ORTA ASYA'YA ENVER PAŞA - II :
        Enver Paşa II'nci Meşrutiyet ile birlikte bir yıldız gibi parlar, II' nci Meşrutiyet İmparatorluğun sonunu hazırlayan şartlar bakımından kritik bir devredir. 1908-1914 arasındaki 6 yıllık bu devrede Enver Paşa'yı ümitleri, yenilgileri ve zafer çabalarıyla izlemek mümkündür.
       1908'in Hürriyet kahramanı Enver Bey bu kısa devrede Enver Paşa olur ve artık İmparatorluğun tek söz sahibidir. Genç, inançlı, muhteris, hem kaderci hem de kaderini yaratan adam olarak tarih sahnesindedir. Bir küçük evde doğmuştur, bir sarayda yerini alır. Girdiği sarayın kapısında bir gün Padişah olacağına dair inançları vardır, Sarayla olan ilişkilerini artırmak ve hanedana girmek maksadıyla Sultan Abdülmecid'in torunu Naciye Sultan ile evlenir.
        Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa adlı eserin II'nci cildi 1908-1914 devresinde Osmanlı İmparatorluğunda yaşanan olayların incelenmesine tahsis edilmiştir. Bu ciltte;
-    -1908 İhtilâlini hazırlayan olaylar ve ihtilâlin yapısı,
-     İttihat ve Terakki Partisi ve İmparatorluğun kaderi üzerindeki, etkisi,
-     31 Mart olayı,
-     Padişah II'nci Abdülhamit'in sonu,
-    1911 Trablusgarp Savaşı ve İmparatorluğun çözülüşü,
-    Balkan Harbi mağlubiyetinin nedenleri ve Enver Paşa'nın bu yenilgiden sonra İmparatorlukta tek otorite haline gelmesi,
-    Türk Milliyetçilik akımının kuvvetlenmesi,
-    Osmanlı İmparatorluğunun I'nci Dünya Harbi'ne giriş neden ve koşulları detayları ile anlatılmaktadır.
    Eser,Enver Paşa konusu etrafında bir devrin hikayesidir.Ve bu devir,Enver Paşa daha dünyaya gözlerini açmadan önce başlar.  
    Enver Paşa, İkinci Meşrutiyet dönemi ile birlikte bir yıldız gibi parlar. Ama İkinci Meşrutiyet, Birinci Meşrutiyetin devamı niteliğindedir. Birinci meşrutiyet yakın tarihimizde adına Genç Osmanlılar harekatı denilen bir akıma bağlıdır. Bu hareketin kökleri 1860’lara kadar uzanmaktadır. Oysa Enver Paşanın doğum tarihi 1880 dır.
    Enver  Paşa, genç, inançlı, muhteris daha doğrusu hem kaderci hem de kaderini yaratan bir yapıya sahiptir. Mütevekkil, başa geleceği önceden yazılmış alın yazısının kaçınılmaz hükmü olarak kabul eden bir insandır.
    Fanatik, yani mutaassıp bir dindar değilse de kaderini daima hükmedeceğine inandığı Tanrıya bütün hayatı boyunca inanır. İçten gelen bir samimiyetle bağlanır. Bu teslimiyet onda yalnız mistik bir ruh hali olarak kalmaz. Bütün yaşantısına hükmettiğine inandığı Tanrıya kulluğu ile de inananı gösterir. Hele hayatının buhranlı günlerinde dua ve ibadet onda Tanrıya ruhtan gelen bir kendini veriştir.
    Enver Paşa konuşan adam da değildir. Zaman zaman şu  veya bu vesile ile ağzından dökülecek sözler Harbiye Nazırı Başkumandan vekili olduğu zaman makam odasında veya askeri karargahlarda verdiği emirler gibi kısa ve  kesindir. Çok defa tek veya birkaç kelimeden ibarettir. Fakat hatıra yazılarında ve elde bulunan mektuplarında Enver Paşa  iç alemi yaşayan bir duygu adamıdır.
    1908-1914 arası Osmanlı imparatorluğunda önemli bir adaptasyon dönemidir. Bir sonun başlangıcı olarak kabul edilmektedir. 1908’in Hürriyet Kahramanı Binbaşı Enver Bey işte bu kısa devrede Enver Paşa İmparatorluğun tek sahibi olur. Bahtının açık olduğuna ve bahtının kendini belki de bir tahta çıkaracağına inanır. Bir küçük evde dünyaya gelmiştir. Daha sonraki sarayın kapısında bir gün bir padişahlığın tahtına oturmak için çıkacağına dair gizemli inanışları vardır. Ama o, seçtiği yolun basamak taşlarını, adım adım dizdiği, yerleştirdiği kanısındadır.
    Ne var ki bir imparatorluğun sonunun bütün hazırlayıcı şartları da bu devrede, taş taş üstüne konularak işlenir. Enver Paşa iki uç arasındadır. Ümitleri hayalleriyle büyük yenilgi arasında daima cesur, daima dinamik kendi tahliliyle boğuşur. Ve son ne yazık ki İmparatorluğun sonu da olur.
    1908’ den sonra artık, kendini tamamen terazinin gözüne atan bir adamdır. Kendini bütünüyle bir mücadeleye veren bu insan, son nefesini gene bir mücadele sahnesinde tamamlar.
    1908 ihtilali ile meşrutiyete dönüş, aynı zamanda Mithat Paşa’ya ve onun hatırasına dönüş gibi olmuştur. Çünkü 1908 Meşrutiyetinin hukuki temeli, 1876 Kanuni Esasisi idi. Bu Kanuni Esasi ise kanunlaşmadan önce tadiller görmekle  beraber, Mithat Paşa’nın eseriydi. Ama vaktiyle hem bu kanunu kaldıran, hem onun emrini veren padişah, yine tahtında kalıyordu ve padişahın adamları, gene aynı kadroyla hükümetteydiler.
    1876 Kanun-i Esasi'nin temeli, Avrupa'da 1848 ihtilallerinin yönetici fikirlerin, bunlarda 1789 Fransız ihtilallerinin temel prensiplerine dayanıyordu. Nitekim 10 Temmuz 1908’ de Makedonya şehirlerinde meşrutiyetin fiilen ilanından sonra padişah 10/11 Temmuz 1908 gecesi Meşrutiyetin iadesi zorunda kaldıktan sonra ve 11 Temmuz günü Sadrazam Sait Paşa imzasıyla vilayetlere bu yolda tebliğler yapıldıktan sonra, İkinci Abdülhamit Sadrazamına ilgi çekici bir ferman daha gönderir. Bu ferman 20 Temmuz 1324 (1908) tarihini taşır:
    Böyle bir fermana lüzum vardır.Çünkü Padişahın tutumuna pek inanılmamaktadır. Hava öylesine değişik bir yapıya bürünür ki büyük bir halk kalabalığı 15 Temmuz 1908 de Şeyhülislam kapısına yürür. Halk, meşrutiyet hakkında ve o zaman devletin en yüksek dini makamı sayılan Şeyhülislamdan da teminat almak ister. Bu vaziyeti önceden sezen veya vaktinde davranan Şeyhülislam hazırlıklı  bulunur. Daha önce padişaha varmış ve ondan kutsal kitap olan Kuran’a el basarak, Kanun-i Esasi'ye sadakat yemini almıştır. Buna göredir ki binlerce kişilik kalabalık Şeyhülislam kapısı ve bahçesini doldurunca dönemin Şeyhülislamı Mehmet Cemalettin Efendi göz alıcı kıyafeti ve heybetli hareketleri ile halkın karşısına çıkar. Halka Sultan II nci Abdülhamit’in kendi önünde Kuran’a el basarak Kanun-u Esasiye ve meşrutiyete sadık kalacağına yemin ettiğini ilan eder.
    Sahne etkileyicidir. Olay, geleneklerimiz bakımından son derece önemli bir durumdur. Padişah en büyük din adamını şahitliği ve dinin dönülmez ahdi olan yeminle yeni rejime başlamış olur.
    Padişah Abdülhamit, birinci meşrutiyet ilan olunurken de hem de daha saltanata getirilmeden önce, meşrutiyete sadık kalacağına dair Mithat Paşaya yemin vermiştir. Bunu bir tarafa bıraksak bile, tahta geçtikten sonra umumi meclis yani Mebussan-Ayan müşterek toplantısı açılırken meclisin önünde, Meşrutiyete sadakat yemini tekrarlamıştır. Ama sonraki gelişmeler yine her seferinde olduğu gibi olumsuzlukla sonuçlanmıştır.
    20 Temmuz 1908 tarihli bu ferman yalnız Kanun-i Esasi'nin yürürlüğünü ve hükümlerini yeniden kabul etmekle kalmaz. Aynı zamanda Meşrutiyetin ve Kanun-i Esasi'nin sağladığı ve hepsi de Fransız ihtilali ile 1848 ihtilallerinin temel fikirlerine dayanarak bazı prensipleri de teyit eder.
    Bu ferman; Osmanlının hangi dil ve mezhepten olursa olsun Hürriyet hakkı en başta gelir, ırk din ve cinsleri ne olursa olsun bütün Osmanlıların aynı eşit vatandaşlık hakları içinde muamele görerek mutluluğa erişilmeleri lüzumunda ve benzeri genel şartlardan bahseder. İnsan hakları beyannamesine göre de hür doğmak ve hür ölmek insanın en doğal hakkıdır. Hiç kimsenin kanun hükmü dışında cezalandırılamayacağı bildirilir.
    Mücadeleyle geçen bu altı yıllık süreçte yönetimin yanlış kararları doğrultusunda Osmanlı imparatorluğu çok zorlu dönemler geçirmiştir. Bu hareketli dönemde Enver Paşa adeta bir aydınlatıcı rolü üstlenmiştir. Onun olaylar karşısındaki yaklaşımı,sonuca ulaşırken izlediği akılcı yaklaşım kendi mahiyetinde buluna kişilerle olan ilişkileri Osmanlı devleti için önemli bir şahsiyet olarak ortaya çıkmasında etkili olmuştur
MAKEDONYA'DAN ORTA ASYA'YA ENVER PAŞA - III;
      Osmanlı İmparatorluğu yorgundur. Trablusgarp ve Balkan Harbi yenilgileri, iç çekişmeler imparatorluğu tüketmiş ve tarihi ömrünü tamamlamak üzeredir. Bu koşullar altında bu devlet aslında I'nci Dünya Harbine girdiği gün yenilmişti, yani Enver Paşa daha baştan kaybedilmiş bir harbe girmiştir. Ancak genç, ihtiraslı hayallerine sınır tanımayan bu adam çarkların kendisi için çalıştığına inanmaktadır; bu inancı da kendisi gibi genç ve yenilgi kabul etmeyen bir komutanlar kadrosuna sahip olmasından kaynaklanmaktadır.
Savaş, Osmanlı Devleti'nin devamı, Osmanlı ülkesinin korunması hatta kaybedilmiş Osmanlı topraklarının geri alınması için yapılır ama devlet Türk devleti değil Osmanlı devletidir, içinde pek çok etnik unsurları barındırmaktadır. Bunlardan Araplar ve Ermeniler hem harp içinde hem de mütareke döneminde Osmanlı devletinin başına büyük problemler açacaktır.
       Birinci Dünya Harbi kaybedildikten ve 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra; Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa ile birlikte 8/9 Kasım 1918 gecesi bir Alman denizaltısıyla İstanbul'dan Karadeniz'e açılır ve Kırım kıyılarında Sivastopol yakınlarında Evpatorya'ya giderek ülkeyi terk eder. Enver Paşa bu tarihte 38 yaşındaydı ve barıştan sonra ülkeye dönerek etkili bir şahıs olarak kaldığı yerden devam etmeyi düşlemektedir. Bu dönemde kendisine koyduğu hedef Kafkaslar ve Orta Asya'da yaşayan Türkleri teşkilatlandırmak ve Turan ülküsünü hayata geçirmektir. Her ne kadar bazı Özbek, Tacik ve Türkmen Beyleri ona ''Hakanların hakanı, Padişahların en büyüğü'' dese de ülkesine bir daha hiç dönemeyecektir ve Himalayanın Pamir Dağları eteğinde, Balcıvan'ın Çeğen mevkiinde Bolşevikler tarafından 4 Ağustos 1922'de şehit edilecektir. Makedonya dağlarında hürriyet kahramanı Enver Bey'le açılan bu devre Pamir eteklerinde sona ermiştir, mezarı Abıderya köyündedir.
Bu ciltte;
- Birinci Dünya Savaşında İmparatorluk cephelerinin durumu,
- Sarıkamış Harekatı ve Çanakkale Savaşları,
- Çanakkale'de Mustafa Kemal'in yükselişi ve Enver Paşa ile olan ilişkileri,
- Mustafa Kemal'in 20 Eylül 1917'de Halep'ten Enver ve Talat Paşa'ya gönderdiği mektup,
- Osmanlı ordusunun durumu,
- Rusya'daki ihtilâlin etkileri ve müttefikimiz Almanya'nın tavrı,
- Kafkas İslam Ordusu ve Kafkasya Harekâtı,
- Ermeni Meselesi,
- Enver Paşa ve arkadaşlarının ülkeyi terk edişi,
- Enver Paşa'nın ülkeye dönüş çabaları, TBMM ve Mustafa Kemal'in hareket tarzı,
- Enver Paşa'nın ölümü anlatılmaktadır.